Güneş ışıkları, Alexandra'nın yattığı yerde dans ediyordu adeta. Gözüne gelen ışık hüzmesiyle birlikte uyandı. Gözlerini açar açmaz, gözündeki küçük çapaktan dolayı rahatsızlık duydu. Eliyle, gözünde ki çapağı bir kenara ittirdikten sonra, karyolasının dört bir yanını sarmış olan lacivertimsi perdeleri araladı ve kadife terliklerini ayağına geçirdi. Sıcacık yatağından kalkıp, soğuk parkelere ayak basmak istemiyordu. Alexandra haricinde yatakhane bomboştu. Daha fazla beklemeden, yatakhanesinin hemen yanında bulunan banyoya gitti. Kapıyı sessizce açtı ve elini yıkamak için musluğa yöneldi.
Yüzünü soğuk suyla birkaç kez yıkadı ve musluğun kenarındaki beyaz havluyla kurulandı. Kehanet dersi vardı ve bir önceki gibi derse geç kalmak istemiyordu. Erken gitse farklı, geç gitse bi farklı oluyordu. Vakit kaybetmeden lavobodan çıktı ve yatakhanesine geri döndü. Hiç vakit kaybetmeden, dolaptan yeni ütülenmiş gibi görünen cüppesini çıkardı. Alexandra dışında, birkaç kız daha ayaktaydı ve telaşla pijamalarını çıkartıyorlardı. Alexandra, pijamasını çıkarıp, cüppesini giydi ve aynanın karşısına geçti. Çalışkan bir Ravenclawlı olsa bile, bakımlı bir kızdı. Hiçbir zaman el kremini sürmeden yatakhaneden çıkmazdı. Onun dışında görüntüsüne de çok dikkat ediyordu. Boy aynasının yanında ki komidinin üzerinden, aloa vera özlü el bakım kremini nazikçe kavradı. Eline bir tutam döktükten sonra, tekrar aldığı yere bıraktı ve kremle ellerini ovalamaya başladı. İşi bittiğinde tahta saplı saç fırçasını eline geçirdi ve saçlarını taramaya koyuldu. Sadece bir derse girecekti ama oğlanların dikkatini çekmek istermişçesine haazırlanıyordu. Oysa ki, buz mavisi gözleri olan bir sevgilisi vardı. ''Yaramazlık.'' Yapıyordu kendi deyişiyle. Göründüğü kadar masum değildi aslında. Sadece bunu dışa vurmak istemiyordu. Saçlarını lastik bir tokayla toplamak yerine salık bıraktı. Böylece, kahverengi saçları tel tel omzuna dökülüyordu. Hogsmeade'den satın aldığı parfümüde boynuna sıktıktan sonra, hazırdı. Mavi gözleriyle etrafı süzdü. İkinci dersi için gerekli olan birkaç malzemenin, yerlerinde olduğundan emin olmak istiyordu. Mermer basamaklardan birbir indi ve işte Ortak Salon'daydı.
Derse yetişmek için adımlarını hızlandırdı. Ortak Salon'da kimsecikler yoktu. Güneş, lacivert odayı aydınlatmaktan başka bir şey yapmıyordu. Şömine ise seyrek yanıyordu. Oda buz gibiydi. Alexandra, dün akşam yayılmış koltuklardan birine bıraktığı çantasını eline geçirdi ve gerekli malzemeleri içine atıp, tek omzuna geçirdi. Kollarını kavuşturarak Ortak Salon'dan ayrıldı. Kehanet dersine girdi.
----
Alexandra ders çıkışında, büyük bir koşuşturma içerisinde Bitkibilim seralarına gidiyordu. Omzunda ki çanta, Alexandra'nın her adımında çalkalanıyordu. Sonunda okulun, Bitkibilim seralarına ve bahçeye çıkan kapısına varmıştı. Büyük bir patırtıyla kapıyı açtı ve soğuk havayla karşılaştı. Fırtına bulutları gökyüzünün büyük bir bölümünü kaplamıştı. Anlaşılan yağmur geliyordu. Alexandra'nın hızlı olup, bir an önce dersliğe girmeliydi. Islanmaya hiç niyeti yoktu. Ortalıkta, yeni uyanmış kuşların cıvıltıları ve Alexandra'nın ayakları altında ezdiği kuru çimen sesinden başka bir ses duyulmuyordu. Alexandra gözlerini kısıp seralara baktığında, dersliğe giren birkaç öğrenci gördü. Seralara vardığında, yeşil çerçeveli cam kapıyı ittirdi ve içeri daldı.
Derslik çoktan dolmuştu bile. Gözüne kestirdiği bir sıraya yerleşmek için hareket etti. Bitkibilim sınıfı oldukça güzel bir yerdi. Her bir tarafta mırıldanırmışçasına ses çıkaran bitkiler vardı. Tavanda bile sarmaşıklar vardı. Profesör Jensen, masasının üzerinde oturuyordu ve hemen önünde küçük bir defter vardı. Tüy kaleme sihir yapılmıştı ve defterin üstünde bir bu yana bir o yana oynayıp duruyordu. Alexandra gibi, bu birçok öğrencinin dikkatini çekmişti. Alexandra iskemlesine oturur oturmaz, birkaç parça parşömen ve bir tüy kalem çıkarttı. Sınıfta herkes, kendi arasında fısıldaşıyordu. Sonunda profesör önündeki defteri kapattı ve tüy kalem masada ki yerini aldı. Öğrencilere selam verdikten sonra derse geçiş yaptı. Bu gün Bitki Sınıflandırılması'nı öğreneceklerdi. Profesör konuya direkten geçiş yapmıştı ve öğrencilere gülümseyerek, onlardan not almalarını istyordu. Alexandra tüy kalemine ve parşömenine sarıldı. Öğretmenin söylediklerini ve ara sıra kara tahtaya yazdıklarını not alıyordu. Şişman Ot'dan tutta, Muggle Siğili'ne kadar her şeyi ayrıntısına kadar öğreniyorlardı. Bazı bitkiler, Alexandra'nın midesini bulandırıyordu. Özellikle Muggle Siğilleri. Kim o bitkiyi kullanmak isterdi ki? Ama Alexandra'nın düşündüğünün tam tersi, Hastahane Kanadı'n da yaralı çocukların ağrılarını kesmek için kullanılıyordu. Bunları düşününce sessizce öğürdü. Hassas bir mideye sahip olmanın zararlarını görüyordu. Sınıfa bir sessizlik hüküm sürüyordu. Sadece buruşmuş parşömen kağıdı sesleri ve tüy kalemlerin hışırtısı geliyordu kulağa. En sonunda yazacakları tamamiyle bitmişti. Alexandra derin bir nefes aldı ve mavi gözlerini, az önce yazdıklarına dikti. Profesör sıcak bir gülümsemeyle sınıfı süzdü. Daha sonra ödevi verip seradan ayrıldı. Alexandra'da her öğrenci gibi, bir an önce bir şeyler atıştırmak istiyordu. Bunun için derslikten, olabildiğince hızlı çıktı.
Dışarı çıktığında yağmur bastırmıştı. Omzunda duran çantasını çıkardı ve başına tuttu. Koşar adım şatoya doğru ilerledi. Karnı açlıktan homurduyor gibiydi. Alexandra şatoya varır varmaz, hiç tereddüt etmeden Büyük Salon'a koşacaktı.