Wigtown Wanderers'a Hoşgeldiniz...
Wigtown Wanderers'a Hoş Geldiniz!

Forumumuzda vakit geçirip, role play yapmak lütfen için üye olun.

https://discord.gg/QCRdw8xVE8
Wigtown Wanderers'a Hoşgeldiniz...
Wigtown Wanderers'a Hoş Geldiniz!

Forumumuzda vakit geçirip, role play yapmak lütfen için üye olun.

https://discord.gg/QCRdw8xVE8
Wigtown Wanderers'a Hoşgeldiniz...
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap
https://discord.gg/QCRdw8xVE8

 

 "Diğerleri"

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Claudius D. Dieudonné
SFL
SFL
Claudius D. Dieudonné


Mesaj Sayısı : 4314
Kayıt tarihi : 30/12/10
Yaş : 31
Lakap : Darcy.

"Diğerleri" Empty
MesajKonu: "Diğerleri"   "Diğerleri" EmptyPtsi Tem. 22, 2013 9:07 am


Sevgili Günlük,
Bugün, 22 Eylül 2065. Hayatımda aldığın en ‘iyi’ kararlardan birisi ve elbette hayatımda aldığım en büyük darbe bundan dört sene önce tam bugün gerçekleşti. Biliyorum, değiştim. Pek çok şey gibi artık ben de kendimi tükenmişlik sınırında görüyor, bu duruma karşı sadece bahaneler üretmekten ileri adım atamıyorum hiç şüphesiz. Vay canına! Şu ana kadar sana yazdığım belki de İngilizcesi en düzgün yazı bu oldu, saçma sıfatlardan ve gereksiz yanlışlıktan, elbette en çok da duygudan yoksun bir metin… Bir hafta önce okul bitiminde ‘Arkadaş’larımla, uzun süredir görüşemediğim ve konuşma fırsatı bulamadığım arkadaşlarım arkadaşlık bağlarımızın artık olmadığını kesin bir dille ifade ederek ‘kimsesiz’ olduğumu vurguladılar bana göre. Sanırım kırıldım, çok sevdiğim zümrüt yeşili gözlere bakarak bunu dile getiremedim belki, belki de Slytherin olmanın verdiği kibirle kimseye ihtiyacım olduğunu söyleyemedim ama yine de benim için çok erkendi. Bu ‘Arkadaşlık’ uğruna pek çok şey yapmışken ve sayısız anı biriktirmişken bir anda üzerimden hislerimin soyulması, haşin bir rüzgâra karşı korumasız kaldığımı anımsattı. Belki de olması gereken bu. Agron’dan bir mektup geldi, sevgili dedem kendisine yakışan bir el yazısıyla bana hak ettiğimden daha samimi bir tutum sergilediğini belirten cümleler kurduğunda ölümcül bir hastalığa yakalandığımı, bir haftalık ömrümün kaldığını falan düşünmedim değil tabii. Bir haftadan fazla olamaz ama, zira Agron bana baktıkça dizginleyemediği bir asi gördüğünden bir hafta, bir gün ömrümün kaldığını bilse bir gün boyunca beni azarlama zevkini hoşgörü ile takas etmez kanımca. Neyse, her şeye rağmen ailemi bir arada tuttuğu için mutluyum. O aksi bunağın nazını Headon’ın ya da halamın dağılmasına tercih ederim. Bu arada ‘yârimin’ kaşıntısı tutmuş. Bugün öğle yemeğinden önce kaşıntısının giderilmesi, nazının alınması şart oldu. Hogwarts’taki her dişiyle bir de benle aynı anda hayatını sürdürebileceğini düşünüyorsa yanılıyor. Cidden canı çok acıyacak!

Tüylü kaleminin ucundaki mürekkebi kurumaması için bir bez ile iyice temizlerken büyüdüğünün kanıtı olan sol bileği dikkatini çekti bir süre. On yedi yıllık fani yaşantısı ve ölümün kucağında bir yıllık nekromansi ardından kendisine tuhaf bakan gözleri hiçe sayacak kadar özgüveni bedenine toplamıştı. Lakin bakışlarının oraya mıhlanmasının sebebi bariz özgüven artışından ziyade artık bileğinde damarlarına baskı yaparak kendisini rahatsız eden kanına, herhangi bir garez beslememesinin belirgin göstergeleri olan bıçak kesiklerinin olmamasıydı. Artık canını yakmaktan keyif aldığını sanmıyordu, bıçağı başucundaki kilitli kutuda duruyor, güzel yılan da gereksiz gözyaşlarıyla gecesini zehirlemiyordu. Gölgelerden hoşlandığı söylenemezdi artık, sonbaharın kasvetli ve boğucu havasına karşın güneşli günleri tercih ettiği de söylenebilirdi. Gülümsedi, artık boya fıçısına düşmüşçesine kırmızıya bulamadığı biçimli dudakları bu gülümsemenin eseri olarak bir parça kıvrıldı. Oturduğu koltuğu hafifçe iterek masanın başından kalkan cadı, düşünceli birkaç adımla boy aynasının karşısına geçti ve bir süre sadece yansımasını izledi buğulu gözlerle. Değişmeyen tek şey sığ okyanus mavisi bakışlarındaki buğuydu belki de, zira sıska bedeni bir nebze kendisini toplamış kadınsı hatları gözle fark edilecek derecede nezih kıvrımlar edinmiş, annesinden kendisine kalan tek miras olan kısa boyu dahi bir pare uzamıştı. Boynundaki ve gözlerinin altındaki elmacık kemikleri de bir nebze gelişmiş, belirginleşmişti. Platin renkli saçları ise yaşıtı olan kızlarının kısa tercihinin aksine belinin altına kadar su dalgaları halinde iniyordu. Artık Collesius dokundu diye hiddetlenerek koyun tüyü gibi kırpmıyordu en azından. Törenlerde yemin ederken yaptığı gibi sol göğsüne götürdü elini, gözlerini perdeledi hemen ardından. “Sanki hiç atmıyor,” diyerek düşüncelerini sesli bir şekilde dile getirdi duygusuz bir sedayla. Evet, bir vakte kadar göğüs kafesini delip kaçacak bir kuşu andıran kalbinin atış hızında fark edilir derecede yavaşlama olmuştu. Güzel Slytherin’in duyguları Narcyz’nin betimlemeleri kadar karanlığa bürünmüş, kasvetinden sıyrıldığında sıskalaşmış ve artık zihnindeki hükmünden tamamen vazgeçmiş gibiydi. Uykusunun geldiğini fark etti, bedenini bir yay misali gererek esnerken bir vakit ‘evim’ diye nitelendirdiği Hogwarts yine kurtulmak için can attığı kafesi oluvermişti. Bedenini yatağının üzerine bıraktı, artık bedenindeki tüm enerji sömürülmeden de uyuyabiliyordu.
~
Koşuyordum, bir su damlasının birikintiye düştüğü anda çıkardığı sesler arasında neredeyse arkamı da önümü de göremeyecek kadar kör bir karanlıkta yalın ayak sektesiz adımlarla ilerliyordum. Kalp atışlarım beynime baskı yapıyor, yumruk haline getirdiğim ellerim ile neredeyse şuursuz bir şekilde ileri geri savruluyordu. Ve elbette bariz bir biçimde korkuyordum, neden ve kimden korktuğumu henüz idrak edememiş olsam da sanki o an durursam hayatımın en büyük acısının pençesini yiyecekmişim gibi geliyordu. Ayağım bir şeye takıldı ve yüzüstü düştüm, artık tamamen karanlıktı ancak bu karanlık gözlerime çekilen perde cihetiyleydi. Doğruldum ve dizlerimi karnıma çekip cenin pozisyonu aldıktan sonra onları kollarımla kilitledim. Tam karşıya bakıyordum, birisi kulağıma fısıldadı. “Yine başladın.” Vera’nın sesiydi, yine Slytherin öğrencisine yakışmayacak bir mantık deryasında yüzüyor gibiydi. “Üşüyorum” diyerek bir itirafta bulundum. Ve sonra bir şey oldu, nefes alışımı dahi kesecek kadar şiddetli bir rüzgâr beni savurdu, sesler vardı ayak sesleri. Göremiyordum, çığlıklar vardı. Ve o çığlıklar benim sesimle peyda olmuş olsa da çığlık atmadığıma emindim. Dizlerimin acısını hiçe sayarak ayaklandım, yerde kalmak güvenli değildi. Gözlerime görü yeteneği verildiğinde artık o mağarada da değildim zaten, aşina olduğum dumanlarla bezenmiş Domuz Kafası’nda Collesius’un tam karşısında oturuyor, gözlerine bakıyordum. Elimi yüzüne dokunmak için uzattığımda Godric’in Torunu heybetini hatırlatırcasına ayaklandı sanki benim hatırlatmaya ihtiyacım varmış gibi. Yüzü kanamaya, çürümeye başladı, ama gülümsüyordu, sanki bana küfredercesine sadist bir zevk almış gibi gülümsüyordu. Dudaklarını araladı ve benden uzakta olsa da kulağıma bir fısıltı bıraktı. "Ben seni çoktan bıraktım Darciel." Ayaklandım, öfke sanki bedenimi esir almış kavuruyordu. Mavi alevlerle çevrilmişti bedenim, yanıyordum. Çok fazla ve sonra ıslandım. Collesius gözlerimin önünden silinmiş, eski bir hatıraydı şimdi. Adımlarımı gecenin bir yarısı Hogwarts Bahçesi’nde sürdürüyordum, karşımda sarı şeritlerle donatılmış bir cüppeyle tanıdığım en tehlikeli porsuk vardı. Etta, bana kimsenin cesaret edemediği bir şekilde yaklaştı ve yüzüme bir tokat patlattı. Hiçbir tepki vermedim, öldürmek istese bir ‘ama’ bile demeyeceğime emin gibiydim. Gözlerine baktım dostumun, o da son sözlerini söyledi. “Dost olduğumuzu sanıyordum. Hayır, Darciel. Turnuva için adını yazarsan ateş kadehi isimleri atarken asamı sana doğrulturum, ölürsün, ölürüm.” Arkasını döndü, gerçek bir gazap meleği kadar güzel olan Etta’ma doğru elimi uzatmış olsam da elimi sıkıp cüppemin altına çektim o da kahkaha attı. Tekrar mırıldandı, “Dostuz ha?” kulağımdaydı sesi. Cüppemin yırtıldığını, deri elbiselerimi kayda değer bir şekilde ortaya serecek bir hal aldığını belirten bir kumaş sesi duydum. Platin rengi saçlarım hala ıslaktı arkamı döndüm, Alky nam-ı diğer cazgırım tam karşımdaydı, öfkeli olmasına şaşırmamıştım her nedense, yüzüne her zamanki anaç ifadesini yerleştirmişti "Sakın yalnız olduğunu söyleme," dedi, bir kurt, Wayne onu alıp parçalarken ise kahkaha ile yumuşamış sesli kulaklarıma çalındı “Beceriksiz.” İleri atıldım, kurdu parçalayacak güce sahiptim ama bir an için onu engelleyememiştim Alkyone kanamaya başladı ve ben de bir korkak gibi görmeyi istemediğim bu manzara karşısında gözlerimi kapadım. En kırılgan dostumun sesini duydum, söz vermiştim. Ama yinede onu bir bar sokağında bulacak kadar şanslıydım. “Bunca zaman ne yaptığımın, ne ettiğimin bir önemi oldu mu senin için?” İsyan ediyordu, haklıydı. Konuşmak için dudaklarımı araladım ancak sesim çıkmadı, elimi uzatmak istedim vücudum komutların hiçbirine yanıt vermedi, öylece dikildim karşısında. Floja bar masasına öylece başını bırakırken sesi yine bedenime çekildi, “Dostuz ha?” dedi. Kütüphanede, Gölge Kütüphanesinde Euterpe tam karşımdaydı, yarı hayal kırıklığı yarı öfke ile boyanmış bakışlarından çıkan okların tek hedefi ise benim ölümsüz bedenimdi. “Kendini düşünmekten bizi düşünmeye hiç vakit bulabiliyor musun Işığım?” sanki benim için kullandığı terim artık eskiden olduğuna yakın bir anlam taşımıyordu. ‘Kızılım’ demek istedim, açıklama yapmalıydım, kaybediyordum! Gülümsedi, kahkaha atarak gülmeye başladı. Delirmiş gibiydi, “Dostuz ha?” diye sordu. Dostuz, diyemedim. Diğerleri gibi arkasını dönüp giderken durduramadım onu. Ve sonra… SFL konseyindeydim, Serpent Felis Leo gözlerime bakıyor, ve artık kendimi adadığım yeminin hiçbir anlam ifade etmediğini dile getirmek için beni sınıyordu. “Artık özgürsünüz,” dedi. Boğazımda düğüm oldu nefesim, öksürmeye başladım ağzımdan ve burnumdan kan geliyordu ve tek söylediğim şeyin bedenimden çıkan kanla uzaktan yakından alakası yoktu.
“İSTEMİYORUM BEN!”
Darciel kanlar içinde gözlerini açtığında tepesinde bakışlarını ona doğrultmuş ona yakın insan vardı, Eveleyn suratına bir tokat patlattı, Lethe Akatriel’ın gözlerini kapadı ve Vera duygudan yoksun bakışlarını Darciel’ın sığ okyanus maviliklerine sabitleyerek “Yine başladın,” dedi. Başı Gabriella’nın kolları arasındayken doğrulması biraz zordu, herkes yorum yaptı ancak Dratsheva kızı tek bir kelimenin dahi sesine bürünmesine müsaade etmemişti. “Üşüyorum,” dedi Darciel, kendisinden çıkan sesi tanıyamamıştı. Herkesin gözlerinde aynı korku vardı, aslında söylemesi gereken şeyin ‘Ölüyorum’ olduğunu kanıksadı güzel yılan. Doğrulmak istedi, ve ikinci denemesinde Ella’nın kollarından sıyrılarak kanıyla kızıla boyanmış yatağın içinden kalktı. Yaraları oldukça hızlı bir biçimde kapanırken Darciel, ölümden korkuyordu. Şimdi değil, diye düşündü ve diğerlerine dönerek suratına kıymetli bir maskesini yerleştirdi “İyiyim, derslere girmemiz gerek izin verin, duş alacağım,” dedi, iki kızın kıkırdamasını duyduğunda sözleri daha çok dikkatini çekmişti. Esmer olan “Takım Kaptanı’nın Jena ile takılması daha mantıklı tabii, Darciel lanetli!” dedi. Diğeri aynı neşeyle cevap verdi, “Hayır, Jena ile aralarında bir şey yok ki ben onun Ravenclaw’lı bir kızla görüştüğünü duymuştum,” Esmer olan başını salladı, “Hufflepuff ve Slytherin’den de onunla çıkmak isteyen kızların olduğunu duydum. Nihayetinde eğlenceli birisi,” diye mırıldandı. Darciel üzerini değiştirir değiştirmez ikilinin tepesine dikildi, “Siz ikiniz, cezalısınız. Bütün ortak salonu temizleyeceksiniz,” tek kelime etmemeleri için öfkeli bir ses tonu kullanmıştı. “Bu arada Jena ya da hangi kızsa ona söyleyin, Hogwarts benim çöplüğüm. Benim çöplüğümde ancak ben sıkıldığımda oyuncaklarıma dokunabilirler,” diye ekledi ve ortak salondan çıktı. Kafasında bugünkü planları oluşurken ders programına baktı, Gryffindor haricinde her binayla ortak dersleri vardı bugün. Şanslı sayılırdı.
Üç Saat Sonra.
Adını dahi anımsamayarak kıkırdadığı Ravenclaw öğrencisinden uzaklaşırken Damir’in sirke satan suratıyla karşılaşan Darciel, tek kaşını kaldırarak Gryffindor çocuğunu selamladı. Adımlarını yemek salonuna değil de boş olduğunu umut ettiği Baykuşhane’ye sürüklerken onun da peşinden geldiğini biliyordu. Yüzündeki maske yavaş yavaş dökülürken Baykuşhane’ye girerek cama yaklaştı, Karanlığın Gözyaşı’nın gümüş kabzasını sol eline aldığında kapının kapandığını işitti ve arkasını dönerek Damir’e doğrulttu asasını.
“Zekice kedicik!” Sesi alaycıydı…
“Kızların senden neden etkilendiğini söyleyeyim de şaşkınlık yaşama,” Bariz bir sessizlik…
“Adımı adının yanında anmalarına izin verdim ve benim dokunduğum birisinin tadını merak ettikleri için seninle ilgileniyorlar,” Küçümseme…
“Ama artık seninle ilgilenmiyorum, git zekâları ve sadakatleri bacak aralarında olan zavallılarınla ilgilen.” Nokta.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
"Diğerleri"
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Wigtown Wanderers'a Hoşgeldiniz... :: Genel Olarak Wigtown :: Ders Arşivleri-
Buraya geçin: