Wigtown Wanderers'a Hoşgeldiniz...
Wigtown Wanderers'a Hoş Geldiniz!

Forumumuzda vakit geçirip, role play yapmak lütfen için üye olun.

https://discord.gg/QCRdw8xVE8
Wigtown Wanderers'a Hoşgeldiniz...
Wigtown Wanderers'a Hoş Geldiniz!

Forumumuzda vakit geçirip, role play yapmak lütfen için üye olun.

https://discord.gg/QCRdw8xVE8
Wigtown Wanderers'a Hoşgeldiniz...
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap
https://discord.gg/QCRdw8xVE8

 

 Unutulmuş Hikayeler

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Eirene Martell
Cadı
Cadı
Eirene Martell


Mesaj Sayısı : 117
Kayıt tarihi : 27/01/13
Lakap : Cyntia.

Unutulmuş Hikayeler Empty
MesajKonu: Unutulmuş Hikayeler   Unutulmuş Hikayeler EmptyC.tesi Mart 09, 2013 8:26 pm

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Eirene Martell
Cadı
Cadı
Eirene Martell


Mesaj Sayısı : 117
Kayıt tarihi : 27/01/13
Lakap : Cyntia.

Unutulmuş Hikayeler Empty
MesajKonu: Geri: Unutulmuş Hikayeler   Unutulmuş Hikayeler EmptyC.tesi Mart 09, 2013 8:26 pm


    :: Bir hafta önce, Rusya, Stanislav Malikanesi ::

    Platin sarısı saçlarının uçsuzluğuna takılı kalan hüzünleri, beyaz ince parmaklarının tersiyle geriye savurup sonsuzluğa uğurlamıştı dişi kuzgun. Gözyaşlarına boğulan buz mavisi gözlerini, aynanın karşısında kurutma çabaları başarılı sonuçlanmış; birkaç parça hüzünle sarsıldıktan sonra eski ruhsuzluğuna geri dönmüştü. Öğrendiği gerçek, bir kurtadamın pençe darbesi kadar ağır bir acı bindirmişti sırtına sanki. Gerçeğin, bunca yıl o kirli delikte saklı kaldığına mı; yoksa onu öğrendiğinde uğradığı hayal kırıklığına mı öfkelenmeliydi, bilememişti Rus kızı. Aldığı derin nefesler, acil tütüne ihtiyaç çağrısı yapıyordu beynine lakin, öncelik, bunca yıldır öz babası olduğunu zannettiği Feodor Stanislav'daydı. Onunla konuşması gerekenler vardı. İhtiyaç duyduğu koz ellerindeyken, başka bir gerçekliğe kavuşmak için kullanacaktı onu. İnce saç tellerinin gözünün önüne düşmesine izin vererek, ona ayrılan odayı terk etmiş, ve sözde babasıyla konuşmak için uzun koridoru gerisinde bırakarak, Feodor'un kapısına doğru ilerlemişti.

    Tık, tık, tık!

    İçeriye girmeden önce boğazına sıkışıp kalan yumruyu yok etmek adına birkaç kez yutkunmuş, birkaç derin nefes almıştı. Aslında, bu kadar çabuk toparlanmış olmasına kendisi dahi şaşırmıştı; fakat kaybedecek zamanı yoktu, hepsi bu yüzdendi. Travis'i bir an önce o cehennem çukurundan kurtarmalıydı, aksi takdirde her akşam çektiği acı, duyduğu pişmanlık ve özlem gün geçtikçe onu yok olmaya bir adım daha itecekti. Aralanan kapının ardındaki meraklı gözler, henüz gerçeği bilmediği için sevgiyle parlamış, ses tonu şefkatle yoğrulmuştu.

    ''İçeriye gel, Elouise.''

    Dişi kuzgun, kelimeleri ikiletmeden, ağır adımlarını ve bir yay misali gergin bakışlarını babasının çalışma odasına taşımıştı. Konuşmadan önce beklemiş, bir derin nefes almıştı.

    ''Her şeyi bildiğimin farkında olmanı istiyorum, baba. Hem de inanmayacaksın ama senin bildiğinden de fazlasını biliyorum. Öğrenmek isteyeceğin fazladan şeyler olabilir. Anechka'ya sorman yeterli tabii.''

    Vurgulanan 'baba' kelimesi, gerçeği gözler önüne sermeye yetmişti. Çalışma odasının her bir milimine yayılan gerginlik, bir duman misali gözle görülür ama elle tutulamaz bir halde; birbirine öfkeyle bakan iki çift gözün arasında kalan tek somutluktu. Oturduğu yerden ağır hareketlerle kalkan endişeli aile reisinin dudaklarından dökülecek kelimelere vakit ayıracak bir saniyesi dahi yoktu cadının. Bu yüzden babasının konuşmasına izin vermemiş, zaten soracağını tahmin ettiği kelimeleri duymuş gibi yanıtlamıştı büyücüyü.

    ''Merak etme, bu aramızda kalacak.''

    Feodor'un rahatlamış surat ifadesi sadece birkaç saniye sürmüştü; Elouise tekrar konuşana kadar.

    ''Tek bir şartla. Travis'i tıktığın yerden çıkaracaksın, babacığım. Senin yapmana gerek yok aslında. Tek bir sözünle bütün adamların senin için canını vermeye hazır. Onları kullan. Yeter ki Travis oradan çıksın. Yoksa,''

    Derin bir nefes arası ve duraklama yaşanmıştı ikili arasında. Cadı ne kadar ciddi olduğunu göstermek adına buz mavisi bakışlarını, olabileceği tüm samimiyetten uzak tehdidini ortaya koyar ve bunca yıl kandırılmasının intikamını alır biçimde Stanislav'a sabitlemişti.

    ''Stanislav'ların adına leke sürülmesini ikimiz de istemeyiz. Özellikle ben bu aileye ait olmadığım halde istemiyorsam, senin de istemeyeceğine adım gibi eminim, Feodor. Bu yüzden Travis oradan çıksa iyi olur.''

    Konuşmanın bittiğini haber vermek adına ayaklanmış, kapıya kadar odanın sessizliğini yerle bir eden topuk sesleri eşliğinde ilerlemiş, kapıya vardığında eklemeyi unuttuğu bir şey aklına geldiği için duraksamıştı.

    ''Hemen. Şimdi.''

    Bir zamanlar sevgisine inandığı birine bu şekilde konuşmak Elouise'ye de zor gelebilirdi; tabii ondan böyle kirli bir gerçeği saklamamış olsalardı.


    :: Birkaç saat önce, Rusya, Stanislav Malikanesi ::

    ''Bana bunu yapamazsın, baba!''

    ''Bilmemen senin yararına. Ben seni düşünüyorum, Elouise.''

    ''Beni mi düşünüyorsun? Yanlış duymadım, değil mi? Biraz önce beni düşündüğünü söyledin. Ah, gerçekten çok düşüncelisin! Tıpkı sevdiğim adamı Azkaban'a kilitlerken olduğun gibi. Tıpkı bana her gün yalan söylerken olduğun gibi. Öyle, değil mi?''

    Feodor, Elouise'nin kelimelerinin doğruluğu karşısında herhangi bir şey söyleyemedi. Söyleyecek bir şeyleri yoktu çünkü. Elouise ne dese, haklıydı.

    ''Bana onun yerini söyle, seni bu yükten kurtarayım. Söz, bundan başka bir şey istemeyeceğim. Son kez, bana yardım et, baba, son kez.''

    Sevdiği adama duyduğu özlem keskin mavi gözlerinden okunuyordu. Eğer Feodor, Elouise'ye çok azcık değer vermişse dahi, bunu yapardı. Dişi kuzgun babasına acıyla bakarak bunu göstermeye çalışıyordu. Ne kadar yıprandığını, yaralarını onarabilecek tek kişiyi ondan uzaklaştırmakla ne kadar yanlış yaptığını bakışlarıyla bir zamanlar sevdiği başka bir adama göstermek için çabalıyordu. Çünkü Feodor da onu böylesine yaralamıştı. Yaralarını daha fazla deşmenin ne mantığı vardı ki zaten? Yalvaran gözleri babasının bakışlarını bir an olsun bırakmıyorken, pes etmek bilemeyen cadı tekrar söze girmek adına dudaklarını aralamıştı ki bu kez odaya hakim olan Feodor Stanislav'ın bitkin ve bir o kadar da isteksiz ses tonu olmuştu.

    ''Seni hiçbir zaman diğerlerinden ayırmadım. Bu da seni benim kızım yapar, Elouise. Sana adresi vereceğim, gözümün önünde böylesine yıkılışını izleyemem, sen benim kızımsın; ama bana dikkatli olacağına dair söz ver. Ne olursa olsun kimsenin canını yakmasına izin vermeyeceğine dair söz ver bana, kızım.''

    Duydukları karşısında uğradığı şaşkınlığı belli etmemeye çalışan platin saçlı kuzgun, ufak bir tereddüt ve duraksamanın ardından düz bir tonla, o tek kelimeyi dudaklarının arasından salıvermişti. Bu kelime, Travis'e gidiş biletiydi.

    ''Söz.''


    :: Şimdi, Knockturn Yolu, Eski ve terk edilmiş bir malikane ::

    İnce parmaklarının arasına konumlandırılmış iki asanın, titreyen kemikleri sayesinde sabit duramamasına karşılık, siyah pantolonunun cebine konumlandırılması cadının birkaç saniyesini almıştı sadece. Babasının parşömen kağıdına yazdığı adresi bulması çok uzun sürmemişti. Bunun için de endişeleniyordu sarışın cadı. Bir Azkaban kaçağını saklamak için bu kadar basit bir yeri seçmiş olmaları, cadıyı, attığı her adıma temkinli yaklaşmaya iterken, bunun bir kandırmaca olduğunu düşünmesi saçma olmazdı. Bu kandırmanın yararına mı yoksa zararına mı olacağını birkaç saniye içerisinde öğrenecekti lakin önce karşısında duran yıkık dökük malikanenin kapısını aralaması gerekiyordu. Bunun için endişelerini bir kenarı bıraktı ve verandada ilerleyerek paslı kapı tokmağına uzandı titreyen parmaklarıyla. Kapı büyük bir gıcırtı eşliğinde aralanmıştı. Adımlarını yavaş ve temkinli atan cadı, Travis'i orada bulamayacağından korkuyordu. Ama babasının onu kandırmış olmasından daha da çok korkuyordu. O, güçlü biriydi. İstediği her şeyi yapabilir hatta yaptırabilirdi. Elouise'nin ise ona kıyasla hiçbir şeyi yoktu. Gerçek bir Stanislav bile sayılmıyordu zaten. Bu yüzden daha öncesinde inandığı ve hala inanmak istediği adama güvenerek, malikanenin tozlu koridorlarını gerisinde bırakmış, boş bir açıklığa çıkan yemek odasına ulaşmıştı. Orada da hiçbir şey bulamamış olması, cadıyı bir an için karamsarlığa sürüklemişti. Sadece bir an, olduğu yerde dizlerinin üzerine çöküp hıçkıra hıçkıra ağlamak istemişti. Bu çok sürmemişti çünkü arkadan onu sarıp sarmalayan bir çift kol, yakalandığının işaretiydi. Onu sıkıca sarmış kolları gevşetmek adına iki yana savurmuştu kendini, yine de başarısız olmuştu.

    ''Bırak beni!''

    Cadının dudaklarından dökülen kelimelere harfiyen uyan genç adam, bir an duraksamış ve yavaşça kızı serbest bırakmıştı. Elouise rahatlamanın ardından aldığı nefesle dağılan tişörtünü düzeltmiş ve bir adım gerisinde aldığı soluğunu bile rahatlıkla duyduğu adama dönmüştü yüzünü. Travis biraz şaşkın bir ifadeyle tam karşısında duruyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Gabriel Stefanovic
Büyücü
Büyücü
Gabriel Stefanovic


Mesaj Sayısı : 73
Kayıt tarihi : 03/01/13

Unutulmuş Hikayeler Empty
MesajKonu: Geri: Unutulmuş Hikayeler   Unutulmuş Hikayeler EmptyPaz Mart 24, 2013 12:24 pm

Burunları yakacak bir rutubet kokusu arasında iki büklüm olan bedeni, terk edilmeye yüz tutmuş bir şehirden farksızdı. Yenilenmeyen deri, vücudunu sarıyordu. Rutubet kokusu tüm bedenini esir almış, soğuk duvarlar ciğerlerini yakıyordu. Üzerinde yırtık paçavralar ve kuruyan dudaklarını hareket etmeye mecali olmayan büyücünün gözlerinin altları da morarmıştı. Güneş'e hasret bedeninden çekilen güç, yerini tükenmeyecek bir yorgunluğa bırakmıştı. Yediği çürümüş ve oldukça minik etler midesine elbette kafi değildi; lakin açlığa uyum göstermişti. Tüm yaşamını dört duvar arasında geçireceği göz önünde bulundurulursa bunu yapmaktan başka bir seçeneği de yoktu. Günleri fazlasıyla rutin, aç ve susuzluk ile geçiriyordu. İçinde ilk andan itibaren gazap alevleri vücudunun tek ısı kaynağıydı. Asla sönmeyecekti de. Ve yaşadıklarının öcünü alacağı gün illa ki bir gün gelecekti. Bu sayede kendisine verdiği yemini yerine getirecekti ve tüm dünya, cezasını alarak sonuçlarına katlanacaktı. Bu yüzden susuyordu. Konuşacağı gün geldiğinde, gülen tarafın kendisi olacağını bildiğinden susuyordu...

Günlerin, saatlerin, saniyelerin ve zamanın dahi manasını kaybederek büyücünün lügatından silindiği bir günde, gözleri yavaşça aralandı. Uyumaktan başka yapacak bir şeyi olmayan büyücü, günün çoğunu sırtını soğuk duvarlara dayayarak iki büklüm bir şekilde büyük bir sükunetin altında geçirirken, o gün duyduğu ani sesler ile irkildi. Genelde duyduğu sesler, okyanusun dalgalarının Azkaban'ın güçlü duvarlarına çarpış sesi olurken bu sesler daha çok inilti gibiydi. Bedenini çözerken, doğruldu ve sendeleyerek ayağa kalktı. Bir bebeğin ilk yürüyüşünü andıran adımlarla hücrenin demirlerine ilerledi ve kendisine destek sağlayarak etrafa göz gezdirdi. Dilini yutmuş bir edayla susmaya devam ederken, çatık kaşlarının altındaki gözlerin yuvalarındaki rahatsız hareketlerini karşı girişteki bir muhafızın yere devrilişine tanıklık ettirdi. Neler olduğunu anlamasına izin verilmeyecek bir müddette, devrilen muhafızın arkasından bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda kimlikleri gizeme bürünmüş siyah cübbeli adamın kendisine yaklaştığını fark ettiğinde; bir refleks olarak geriledi. Öndeki adam asasını cübbesinin arasından çekerek büyücüye doğru yönelttiğinde çocuk yüzünü çevirerek gözlerini kapayarak ölümü bekledi. Lakin olaylar, onun beklediği gibi gelişmeyince göz bebekleri büyümüştü. Hücrenin yıkılan bölümü, büyücü için bir şans yaratmıştı. İçten içe yaşadığı şaşkınlığın yanına eklenen tereddüt kendisini yine telaşa sürüklemişti. "Bizimle geliyorsun." Yüzünü gizlemekte ısrarcı adamlardan birinin dudaklarından keskin emir kipiyle dökülen cümleye itaat etmekten başka şansı yoktu. Savunmasızdı ve dört duvar arasında yaşarken kurguladığı planın gerçekleşmesi için tek umudu bu adamlardı. Yığıldığı yerden kalkarken, başını yukarı aşağı sallarken adamlara doğru ilerledi.

Gözleri açık bir biçimde ve Azkaban'a götürülürken olduğu gibi yüksek derece yüksek tedbirleri arasında iki kolundan sürüklendi. Lakin gördüğü muamele geldiği yerden farklıydı. Anlaşılan ellerindekinin kaçmasını istemiyorlardı. Genci terk edilmiş bir malikaneye getirdiler. Eğer dediklerini harfi harfiyen yerine getirirse, çok yakında her şeyin onun için daha iyi olacağını söylediklerinde karşı çıkmadı. Planının işlemesi için her şeyin normal bir şekilde seyir etmesi ve çok dikkatli olması gerektiğinden büyük bir çaba sarf ediyor; lakin çaktırmıyordu. Adamlar büyücüyü besledi, yeni giysiler verdi ve her ihtimale karşı kendisini koruması için kör bir bıçak dahi verdiler. Bu, büyücünün güvenini kazanmaları için yeterli olmuştu. Neler olduğunu anlamasa da, irdelemedi. Daha ne kadar o yerde tutulacağından bihaberdi, lakin koşullara kolayca uyum göstermişti. Terk edilmiş malikane, Azkaban'daki hücresine nazaran daha bakımlıydı ve daha az rutubet kokuyordu. Travis etrafa göz atarken, adamla çoktan binayı terk etmişti. Üst katı gezen büyücü, zemin kata dönerken duyduğu açılan bir kapının gıcırtısıyla duraksadı. Tehlike, peşini bırakmayacaktı anlaşılan. Yavaş ve temkinli hareketlerle merdivenlerden indirmeyi sürdürdü ve kör bıçağı hazırladı. Zemin kata ayak bastığı an ile siluetin pelerinin koridora sapan ucunu yakalaması eş zamanlı gerçekleştiğinde diğer koridordan kızın çıkacağı yemek odasına doğru ilerlerken bir gölge gibiydi. Yemek odasının diğer kapısından çıkan büyücü, cübbeli ve orta boylardaki silueti, ortada heykel gibi dururken bulduğunda arkasından sinsice yaklaştı ve yanına vardığına kollarını kızın hareket kabiliyetini engelleyecek biçimde sararken bıçağı boynuna yaklaştırmıştı. O an işittiği ses, tüm hücrelerine ulaşarak aynı etkiyi yaratmıştı. Soğuk bir suyun yüze çarpmasıyla hissettirdiği tesire eş değerdi bu etki. Bıçağını geri çekerek kollarını ayıran büyücü, kızın çehresini dönerek başlığını indirmesiyle tepkisiz bir biçimde yaklaşık bir dakika durduktan sonra uzun süren sessizliğini o an bozdu. "Elouise." Dudaklarından dökülen tek sözcükte herhangi bir duygunun varlığı söz konusu değildi. Buna sevinç ya da şaşkınlık da dahildi. Yaşadığı onca şeyden sonra karşısında duran kızın varlığını kabullenmek istemiyordu adeta. Onu süzerken, ne kazar zaman olduğunu bilmediği sürede pek de değişmediğinin farkına varan büyücünün derdi başkaydı. "Burada olmamalısın." Ses tonundaki kalınlık, ciddiyetinin somut bir örneğiydi. Bu kelimelerin, Travis'e ait olmadığını iki tarafta biliyordu. Lakin, açlık, susuzluk, güçsüzlük ve yaşadığı onca şeyden sonra aldığı dersler büyük bir iz bırakmıştı. Yine de küllerinden doğduğunda, çok daha güçlü olduğu aşikârdı. Artık saflığın merhameti değil, günahkâr bir ruhun karanlık gücüne sahipti. Travis'i bu hale getirenlerin sonu daha beter olacaktı. Kendisi ile yaptığı anlaşmanın maddelerinden biriydi bu. Yeni bir sayfa açmak zorunda bırakılmıştı. Ve bu sayfada, henüz karşısındaki kıza yer yoktu. "Gitmelisin, hemen." O sırada gözleri kızın iki asa tutan elline çevrildiğinde kendi asasını hemen tanıdı. Akabinde soğuk keskin bakışlarını yükselterek devam etti. "Asamı ver ve buradan hemen git Elouise. Başına bir iş gelmesine göz yumamam, anlıyor musun?" Karşısındaki cadıya karşı hissettiği duyguları, günahları ve sonuçları bastırmış mıydı emin olamadı. Emin olduğu tek şey, artık ön planda kendisi olacağıydı...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Eirene Martell
Cadı
Cadı
Eirene Martell


Mesaj Sayısı : 117
Kayıt tarihi : 27/01/13
Lakap : Cyntia.

Unutulmuş Hikayeler Empty
MesajKonu: Geri: Unutulmuş Hikayeler   Unutulmuş Hikayeler EmptyÇarş. Ağus. 14, 2013 7:49 pm


    Gözleri Travis'le buluştuğunda, özlemi katbekat artmıştı bir an için. Adını duyana kadar; ona sarılmak istedi, o bilindik kokusunu içine çekmek ve her zaman yaptıkları gibi güneşin doğuşunu onun kollarında güvenli bir şekilde izlemek istedi. Onu gördüğünde, her şey mümkünmüş gibi gelmişti Lou'ya. İstenildiğinde, her şey olabilirmiş gibi... En ufak bir duygu kırıntısı bile taşımayan seslenişin sahibi, aynı şekilde bakıyordu. Hiçbir şeye anlam veremedi Elouise. Hiçbir şey anlamlı gelmiyordu zaten. Travis'in o an saçma bir konuşma yapması gerekmiyordu; Elouise'ye sarılması, birbirlerini ne kadar özlediklerini söylemeleri gerekiyordu. Tekrar bir araya gelmişlerdi, bundan güzel bir şey düşünemiyordu Lou, ama Travis'in tek düşündüğü asasıydı belli ki; Elouise'nin, onu korumak için Azkaban'a tıkılmadan önce Travis'ten aldığı asası. Beyin kıvrımları küfür savururken, sessizliğinde boğulmak istedi Lou. Dudakları aralanmıyordu, en ufak bir kelime dahi can bulmuyordu. Ağzını açmaya kalktığındaysa, ölü kelimeler doğuyordu bir yay misali gergin havaya. Bir adım attı sarışın kuzgun. Titreyen kar beyazı parmakları büyücünün buz gibi soğuk yanağına ulaştığında dahi hissetmişti farklılığı cadı. Aynı değildi Travis. Aynı değildiler. Eskisi gibi olmayacaktı hiçbir şey. Bunu inkar etmenin bir anlamı yoktu. Daha elini yanaklarından ayıramadan, büyücünün uzaklaşmasıyla karşı karşıya kalmıştı. Travis, Lou'nun elini kendi yanaklarından uzaklaştırmış, onun dokunuşundan rahatsız olmuştu belli ki. Asasını ona vermedi Elouise, gitmedi de. Hiçbir şey yapamadı o an. Yapacağı herhangi bir şeye değer miydi artık, diye düşünmeden edemiyordu. Azkaban insanı bu kadar değiştiren bir yer miydi?

    ''En azından adımı unutmamışsın.''

    En sonunda konuşabildiğinde kelimeler dudaklarından boğulur gibi çıkmıştı. Başı dönüyordu, tek hissettiği buydu. Geriye birkaç adım attı ve odayı kaplayan eskimiş tahta kokusuna doğru yerleşti. Yemek masasında uzun süredir kimse yemek yemiyordu belli ki. Parmaklarındaki iki asayı da belli belirsiz yerlerde çürükler oluşmaya başlamış tahta masaya bıraktı. Buz mavisi bakışları tekrar sarışın büyücüye baktığında, bu yaşananların bir şaka olduğunu söylemesini bekliyordu yalvaran gözlerle. Ne yazık ki öyle olmamıştı. Travis hala aynı ifadesizliğiyle bakıyordu Lou'ya.

    ''Asanı alabilirsin. Ama hiçbir yere gitmiyorum.''

    Babasının Travis'i Azkabandan çıkarıp Knockturn'deki o eskimiş malikaneye yerleştirdiğini biliyordu ama Travis, Lou'nun bunu bildiğini bilmiyordu. Anlatmak istedi yokluğunda olanları ama cesaret edemedi. Suçlanılacak kişi olmaktan korktu, bu kez onu tamamen kaybetmekten korktu. Gerçi yeterince kaybettiğinden de emindi.

    ''Sen de öyle.''

    Havaya kaldırdığı ince kaşları sarışın büyücüye meydan okur gibiydi. Gözünün önüne düşen platin sarısı saçlarını omuzlarından akacak şekilde arkaya attı. Bir kez daha küfür etti içinden. Onu bulduğunda yapacakları listesinde küf kokulu evde neredeyse ağlayacak hale gelmek yoktu. Daha güzel hayalleri vardı ve o an hepsi birer birer uçurumdan aşağı atmıştı kendini, intihar süsü vererek. Oysa katili, tam karşısında dikiliyordu.

    Bir şey söyle, Travis. Bir şeyler yap.

    Tek bir sözüne biraz öncesinde geçen dakikaları unutacağını biliyordu Lou; ama yine de bir anlık içini kaplayan nefretine yenik düşmüştü. Travis'e olan aşkı paramparça olmuş, ardında kalan boşluğu öfke ve nefret doldurmuştu. Yine de içten içe tüm bunların gerçek olmaması için yalvarmaktan başka şansı kalmadığını biliyordu. Yalvardı, sessizliğin gölge olduğu kelimelerle.

    Bu bir şaka, kocaman bir şaka. İğrenç bir şaka!

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Unutulmuş Hikayeler
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Wigtown Wanderers'a Hoşgeldiniz... :: Karanlık Bölge :: İngiltere-
Buraya geçin: